6 Kasım 2012 Salı

croatia 4 (24-25 ekim 12) DUBROVNİK

Hakikaten zaman geçtikçe insan herşeyi unutuyor,  bundan sonra eğer bilgisayarım yanımdaysa, gezilerimi yaparken yazmaya çalışacağım yazacaklarımı. Bir sürü küçük büyük ayrıntı vardı ama döneli bir hafta olmasına rağmen unutmuşum herşeyi.

Dubrovnik küçük bir yer. Özellikle Old Town, küçüklüğüyle tezat bir şekilde çok güzel. Fotoğraflarla devam edeyim ben iyisimi.

Old Town aşağıdaki surların içi oluyor, zaten Dubrovnik'in sihri de burada. o surların içine girince bir anda bin yıl geriye gidiyorsunuz.

 Bu kısımlar bütün tarihi Hırvat şehirlerinde ortak bir özellik olarak karşımıza çıkıyor. Bence Dubrovnik'i eşsiz kılan tamamen surların içinde olup denizle kent arasında sadece surların olması.

mağazalarda fotoğraf çekerken, bazen izin isterim. dubrovnikteki mağazalardan birinde izin istedim, "tabiki çekebilirsin 1 yuro" dedi! hıh oldum! "şaka şaka" dedi, mutlular yawww


 



Old Town'un en güzel yanlarından birisi de bu sanırım, insanlar doğal yaşamına devam ediyor.



İşte burası da Old Town'un merkezi.

Gece 01:00 gibi hostelime giderken burası çıktı karşıma, arkada deniz var. Sevgililer buraya kilitleri astıktan sonra kilitleri de denize atıyorlardır. Kim bilir bazı kilitler kaç yıldır orada kilitli...

Dediğim gibi saat gecenin 1'inde hostelimi arıyorum ama yok! Zagrep'ten aldıgım hattın mb'si de bitti, Google Maps'e de giremiyorum, sokakta değil insan bir kedi bile yok. Sonunda bir binadan çıkıp hemen yanındaki arabaya giden bir kadın gördüm (buradaki kadın tarifini fotoğrafla şekil üzerinde anlatmak isterdim ama grup halinde birlikte çekindiğimizin dışında fotoğrafı olmadığı için ekliyemiyorum, lakin şöyle tarif edeyim boy pos olarak Hidayet Türkoğlu, güzellik olarak Kıvanç Tatlıtuğ'a uygun desem abartmış olmam!) Allah dedim tamam bu kadın bilir yolu, gittim anlattım çaresizliğimi, sonra arkadaşlarına sordu (arabada 3 bayan daha varmış, bu arkadaşlar sonra arabada giderken konuştuk, mangal partisi yapmışlar aynı işyerinden, hepsi çakır keyif, arkadaşları herkesi evlerine bırakıcakmış 4 kız arkadaş) "bizi takip et" dedi. Dedi de "ben ayaklarımla siz arabayla nasıl takip edicem" dedim, "sen arabasız mı geldin yani buraya" dediler "evet" dedim, onlar da  "crazy boy" burda ne işin var senin bu saatte tek başına mealinde bişi söylediler (ben de "Dubrovnik hikaye sizle bu saatte burda karsılasmak sahane" bunu içimden dedim ama) aldılar beni aralarına. Telefonlarından google mapsten adrese bakıp hostelime bıraktılar (ulen dedim ben bir daha her gittiğim yerde kaybolmam mı!)


Özellikle benle ilk konuşan hatunla daha fazla kaynaşsak sallayın hosteli, nöbetçi asma kilitçi bulalım , ya kendimi kilitlicem sana olan aşkımdan yada gel şuraya kalplerimizi kilitliyelim sonsuza dek diyebilirdim (neyse ki arabadaki yolculugumuz en fazla 10 dk sürdü).

Ülkemizde 'rahibe misin' geyiği vardır malum, bu adamların sokaklarında herşey var. Rahibelerin sözde değil özde gerçeği bile var. Hırvatistan'da sık sık onlarla karşılaşmak mümkün. Bu teyzeye bakmayın, Zadar'da genç bir rahibe vardı ki pufff! 'Tanrı onu kutsasın' demeyeceğim, zaten kutsanmış olduğu belliydi!

Şimdi Hırvatistan'da da tatil dönüşü hocaları, "ee çocuklar bu yıl tatilde naptınız" konulu kompozisyon yazdırıyorsa eğer bu çocuğun anlatacağı da; "hocam dedemle Dubrovnik Kalesi içinde saklambaç oynadık" bolca olurdu. Ben Turist Ömer şeklinde geziyorum sokaklarda, bu afacanın dedesi karşıdan göz kırpıyor bana çaktırma diye, 'nerdeymiş benim Goranım' diyor , Goran karşımda çok çikolata yemekten düşürdüğü orta dişiyle sırıtıyor...

Önce yukarıda saklambaç oynayan dede ve torunu sonra da bu balıklar. Dubrovnik'te insanlar cidden stressiz ve dolayısıyla mutlular. Bu balıkları kedileri için tutan iki kadınla biraz sohbet ettim ama o kadar mutlular ki ve hepsi de oldugu yaştan en az 10-15 yaş küçük gösteriyor. Bazıları şanslı doğuyor ve şanşını iyi değerlendiriyor hayatta.

(yazılan  ruh hali, zaman mekan vs...  4 aralık 12.
  hava kapandı ankarada. gerçi bir kaç gündür kapalı aslında bugün olan birşey değil. bir kaç haftadırda hiçbir yere gidemiyorum eğer bi terslik olmassa bu hafta sonu bişiler yapabilicem sonunda. birde perşembe aksamı redd konseri var beni heyecanlandıran. düzenlemem gereken ara uçuşlar, cs den aramam gereken hostlar. birde yılbaşını geçireceğim ülke için sanırım biraz çalışmam gereken bir dil var. pufff ne çok  yapılacak şey var. bende ankaradaki bu kocaman ama içinde hiçbişi yapmadığımız binada, ayın 15 ine endeksli plastik bi karta yüklenecek rakamlar için (halk arasında para, maaş vs.  diye bahsi geçen) kilitlenmiş günleri sayıyorum. her biten mesai günü yeni bir gezi planına  yaklaştırıyor beni. ama her geçen gün, aynı zamanda bitende bir gün. anlar değerlendikçe sonlu olan hayat bazen korkutuyor. avuçtan akıp giden kum sanki. avcunuzu okşadıgında sıcacık aktıgında bitmesin diyorsun. acıttıgındada!! ...
dediğim  gibi bugunlerdeki havalarda etkili böyle olmamda. birde fonda bu  şarkı eklenince tam oluyor. birde kar geliyor ve ben deliriyorum.

büyümek denilen giysinin en zor kısmı tercihler. aralık ocak subat mart yani bütün kış  için nerdeyse , güzel planlarım var. bu seferde ama snowboard gitti, ne para kaldı nede zaman snowboard için. ki kayak yapmaya başlıyana kadar kapalı havalardan ve kıştan nefret eden ben bu spor sayesinde tekrar bütün bir yılı sever, yazın ortasında bile kış ve kar özlemi çeker hale gelen biri olmuştum.
biraz kroca olacak ama bugunlerde bişiye sinirlenecek oldugumda bunu aklıma getirmeye çalısıyorum birden yazın ortasına gidiyorum, hatta şimdi dubrovniğe bile gidebilirim abuzer sayesinde . (bunu seven bunuda sevdi :) )

geldim yeniden dubrovniğe (imla imla imla biliyorum),
dubrovniğe gidipde kesinlikle yapılacak şeylerden birisi bence aşağıdakidir. yani surlardan denize girmek. nasıl mı olacak? çok basit, şimdi old citye giriyorsunuz arkanıza dubrovniği, karşınızada denizi alıyorsunuz. işte bu şekilde bir duruş pozisyonunda tam sol tarafınızda kalıyor surlardaki kapılar. evet surlarda iki tane kapı var, ikisindede ayrıca cafe var ama denize girmek ücretsiz. isterseniz güneşlenirkende buz gibi biranızı yudumlarsınız kayalıkların üstünde uzunmışken.


saolsun google, fotograflar yüzünden google+ ya da üye olmak zorunda kaldım.
yarın oldu, aslında 2 gün geçti. yeni fotoğraf yüklememe izin  vermiyordu google neyseki yükseklik 2048 piksel olursa diye pazarlıkta anlaştık ve tekrar yükleyebiliyorum. bunun üstü paralı tabi. neden anlatıyorum bilmem ki birinin ihtyacı olur, yada ben unuturum ilerde. neden yeni fotoğraf yükleyemediğimi:)  tamam geldim tekrar dubrovniğe.

işte dediğim gibi surlardan denize girmek müthiş. ilk girdiğim yerde hatta kimse yoktu. bknz: alttaki foto. ama biraz ürkütücü oldu. koca deniz, dibinide göremiorsunuz anadolunun ankarasında biz denizmi biliriz bi kızılırmaktır deniz benzeri o kadar. ondan işte korkup az altta ikinci bir kapıdanda cıkılıyor surların kenarından denize orda devam ettim deniz keyfime.

işte burası da ikinci plajım, surlardaki


japonyada uyla ilgili şöyle bir gelenek vardı. su ücretsiz, evet tamamen ücretsiz lokantalarda. marketlerde ve sokaktaki otomatik makinalarda ise nerdeyse aynı fiyatta diğer içeceklerle. ama özellikle lokantalarda ücretsiz olması ve hatta en minik lokanta da bile buzla birlikte gelmesi o kadar güzeldiki. hırvatistanda güzel olan ise şu ; çeşme sularını her yerde içebiliyorsunuz hırvatistanın her yerinde. hatta söyle bir gelenekleri var, siz mesela sokakta dolaşıyorsunuz ve suyunuz bitti pet şişeniz yanında. en yakın lokantadan veya çeşmesi olan bir yerden rica ediyorsunuz , hemen suyunuzu dolduruyorlar. evet böyle ilginç ama güzel ve bizi hatırlatan gelenekleri var. bunun gelenek oldugunuda zagrepte tanıstıgım arkadaslarım anlattı. ve test ettim onayladım, kimden ne zaman su istediysem, saolsunlar her zaman doldurup verdiler. (suyu çok sevdigim için, olabildiğince gittigim her yerde suyla olan ilişkilerimi not düşeyim ben iyisimi bundan sonra)

alttaki fotoda dubrovnik meydanına ait. otobüs terminaline ve sanırım havalanına burdan otobüs kalkıyor, 2 tl gibi bir ücreti vardı. zagrepte az insan bilet kullanırken. burada direk otobüs şöföründen alabiliyorsunuz biletinizi, dışardaki büfeden almadıysanız.

bu fotoğrafların hepsi surlardan ya kalenin içine ait, yada surlardan içeriye ait.  surları (surlar dedigim surların üstünde kaleyi tavaf ediyorsunuz yukardan) gezmek 1 saatle 2 saat arası bir sürede bitiyor ama buna değiyor, ücret ise sanırım 30 tl idi.









dubrovnikte polisle olan geyigide unutma yaz, girişteki.
buraya böyle demişim peki yazim, kendimimi kırıcam. ama önce şu alttaki keyfi herkese tavsiye ederim. mutlaka ama mutlaka bu birayı deneyin artı zagreptede vardı karton kutuda patates artı naggıt, yanında ketçapı ve mayonezi. alın bunları abiler, ablalar oturun merdivenlere ohhhh , öyle güzelki anlatamam. maliyet ise  ; bira 1 bucuk tl  + patates ve nugget 3 tl : 5 tl filandı :)

şimdi gelim ikinci adli olayıma.
splitten polisle olan hoş diyalogtan sonra. inatım ya kaşınıyorum. aslında bundan ziyade , cidden hala polise inancım var; polis demek yardım demek (sanki city information, adamlar polis abi işte diyebilirsiniz içinizden) illa yeniden bişi yaşıcam. indim dubrovniğe hosteli arıyorum. bi baktım karşımda polis. ama polisten ziyade bazı insanların uniforma fantazisi vardır ya , öyle bir polis bu. anlaşılmıştır kendisi ablamızdı. (yaw bu arada sapık gibi hissettim düşününce. rahibe, polis, taksici ama güzeller yaw napalım güzele güzel derim abi benim olmasada)
neyse gereksiz erkek muhabbetinden sonra öze geleyim.
gittim yanına ablacım dedim ben siti merkezini arıyorum bi yardım et, çantam ağır.
tamam dedi geç sen şuraya bekle.
allah dedim içimden tutma allam sana geliyorum kadınlada kavga edilmezki.
bi taraftanda olumlu ve sabırlı bekleyişimi devam ettirmeye calısıorum yok be yardım edecek diyorum. ama birazda sert bir sekilde sen surda bekle yardım edicem dedi.
neyse bi baktım polis arabası yuh oğlum dedim içimden, bu sefer bitti senin tatil buraya kadarmış bunlar seni karakola götürecek anlaşıldı sende bu sefer sukunetini koruyamıcaksın filan diyorum içimden. son bi polyananın erkek versiyonuna devren bırakıyorum ruhumu yok be adamlar zaten burdan geçiyordu senide hosteline bırakıcaklar filan diye düşünüyor oda (ankarada karlı bir gün yıllllllar önce, türk polisi bana bunu yapmıştı, gecenin 2 sinde). tabi bu arada sunu soylemeyi unuttum, ablamız telsizle konusuor beni bekletirken, ciddi ve hararetli bir şekilde. şu an bunları anlatmam dahi yasadıgım o anlardan cok daha kısa sürüyor bu arada. neyse bu polis arabası geçti önümden benim için durmadı, ondan çok kısa süre sonra zagrep plakalı bir kara mercedes geçti eskortlarıyla. biraz önce taş gibi olan polis oldu birden sutlaç gibi kadın. bakıştık gülüştük bi an. dedim kim bu hıyar, bakanın biriymiş zagrepten geliyormuş. bu hanım kızımızda ona yol açıyor. dedim bizde de aynı ama sen yoksun. gel sen bizim ülkeye senin kapattığın yoldan ömür boyu geçmem ben diyemedim (desem de abarttım yaw) (ayrietten zaten ankara değil ki dubrovnik toplam 2 kişi 2 saatte bütün arabaları sayar dubrovnikteki. insan politikacısına şükreder mi. uzak diyarlar hiç aklıma gelmicek birşeyi daha yaşattı bana böylelikle. bizim yalancılardan daha kötüleride varmış) sonrada tarif etti uzun uzun benim hosteli, saolsun bizim sütlaç polis. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder