31 Ekim 2012 Çarşamba

croatia 1 (20-21 ekim 12) ZAGREP

Dün sevdiğim bir arkadaşımın önerisiyle yazmak istediklerimi daha çabuk yazmaya karar verdim, çünkü zaman geçtikçe ayrıntılar kayboluyor, ve hepside paylaşmak ve unutma istemediğim ayrıntılar.

Bu seyahatim japonyanın tam tersi olmuştu planlama için zaman çoktu, buda kafayı yememe sebeb oldu, su sehremi gitsem, su parkamı, su hostel mi derken karar verme aşamasında baya zorlandım (ki bazen bir canta seçimimde 2 farklı renkte bile 2 saat düşünen biriyimdir)

Bende bununla birlikte pratik çözümler buldum, birincisi ülkelerden ve şehirlerden bağımsız olacak artık göreceğim yerler, bunu anlatması epey zor en iyisi yaşadıklarım bittikten sonra anlatmayı deneyim veya aralarda, hadi artık havalanına gitme zamanı.

Zagrep uçağım ankara-istanbul-zagrep şeklindeydi, bende bugune kadar hiç transit uçmadığım için acep çantamın başına bişi gelirde tek bir donla zagrep havalanında kalmış şaban olur muyum diye cahilce bir korkuyla başalıyordu yolculuk. Bunun üstüne birde koltuğum uçak bagaj kapısının üstünde olupta  fahri gümrük memuru gibi bavulları gözümle kontrol ettip, ettimde noldu kendi çantamı gördüm mü? nerrrdeeee, benim çanta yok! biraz medeni cesareti cehaletle birleştirsem , hosteslere uçağı kaldırmayın çantam gelmedi diyicem nerdeyse cidden o kadar panikledim.
Dahada güzeli  havadayken oldu aklım sürekli çantamda zaten, thy nin verdiği beleş gazeteyi açtım direk yarım sayfa haber "transit yolcular bagajlarınıza dikkat edin thy de" bagajları kaybolmus bir gazete yazarının bu şekilde thy ye giydirmesini sayesinde yolculuk iyice bitmez oldu, yuh dedim ya yuh bu kadar tesadüf olamaz, can oğlum gitti çantan. Tuhaf olan bazen hiçbirşeyi takmayan ben bazen en küçük şeyleri takar oluyorum, halbuki pasaport, cüzdanım, notebokum en önemli herşey yanımdaydı belki sadece go pro bagajda neye panik oluyorsam, insan oğlu tuhaf bi mahlukat.
 

yuh bana, çantayı geçtim bi süre sonra, bendeki bu şanşsızlıkla bu uçak düşer abi bile demeye başladım içimden,güya alltta gözüken uçakla çarpışıcaz (saolsun, discoveryde izlediğim uçak kazası raporları beni bu kadar yaratıcı kuldı sanırım)

zagrepe geldiğimiz halde hala uçağı düşüremedim birde çantam geldiyse benden mutlusu yok (bu arada zagrepe inmeden az önce cektiğim bu foto ilginc geldi,ne annemin köyü ne babamın köyü böyledir yaw, köy dedigin yola göre yapılmaz, yol köye göre yapılır bizim memlekette, yolun üzerinde dizilmiş evler şirin ve değişik geldiler baya)

işte sonunda zagrepteyiz, bu arada zagrep filan diyince büyük bi havalanı beklemeyin, izmir havalanı kadar minacık bir havaalanı (tabi ben hırvatistanın toplam nufusunun 4 bucuk milyon oldugunu ordayken ögrenip baya şaşırdıgım için, belkide büyük havalanı beklentisi bende vardı sadece ), küçük ama mis gibi,  hiç kalabalık değil. 
Bu gereksiz ayrıntılardan sonra, pasaport kontrolune geleyim; ilk tanıştığınız slav hatunlarının (-ilerde ayrıntılı bilgiler gelecek) asık suratlı pasaport kontrolundeki sorgucu polisler olması sizi yanıltmasın, dıdının dıdısına kadar sordular klasik sorular, neden geldin en saglam soruda bu sanırım vize basvurusundada bu soruya bitiyorum , sizin bi basbakan varda onu bulup vurmaya geldim, yaw spor giyimli bi adamım işte iş adamı böyle mi olur neyi soruyosunki! neyse ezberler ezberler ve kurallar her cografyada her ülkede var.... dönüş biletim, hostel konfigirasyonumu filan cepten gösterdim, neyseki vardı orda, bu arada biraz gıcık oldum cünkü evli, evsiz  bütün türklere bunu yaptılar, gerçi biz türklerde maşallah balkan seferine çıkmış gibiydik ama her yer türk.

 zagrepin havaşına bindim, istikamet merkez otobüs garı (10tl) ordan tramvayla kaldıgım hostele gecicem, her gün bindigin araba, aynı renk, binen farklı gidilen yollar farklı. Bu arada plakaları çok hoşuma gitti  mesela,  zagrep ZG, dubrovnik DU benim çok hoşuma gitmişti (gereksiz ayrıntılar no: 734267498263)

otobüs garajının hemen arkası tramvay durağı, zaten zagrepin en sevdiğim  yanı belkide tramvayları oldu.
hostele  geldim, check in yapıcam resepsiyondaki hanım kızımız ama "check in yapamam diyor saat erken" diyor ayıpsın diyorum bende içimden sen bişi yapma varol yeter, tabi bunlar slav ırkıyla ilk tanışmam olduğu için oluyor sonradan hatunlarına alıştım (mı?) bende hostele attım çantamı çıktım dışarı, zaten cs den tanıştığım arkadaşla buluşmama 1 saat bile kalmadı, bu arada bu ilk yurtdışı cs tecrübem olacak onun için konuştugumuz kız sözünü tutacak mı? zamanında gelecek mi? tutmayacak mı? onuda bilmiyorum (seyahetim öncesi planlama için zaman bol olunca, boşuna kararsız kalmıştım, en azından hostellerden konusunda karar vermek kolaymış onu öğrendim ; 1.fiyat 2. location 3. genel yorumlar bu bilgiler fazlasıyla yetiyormuş bir hostel hakkında karar vermek için)
japonyada da bu tip tatlı ve tuzlular çok güzeldi, burada da çok güzeldi neden türkiyede hala bu tür yerler açılmıyor anlamış değilim, hala simit ve poğaça genel olarak bizdeki, halbuki hamur işi asıl bizim işimiz diye bilirim , girişimci türk ablalarımıza duyurulur

yaw işte bu fotoğraf o kadar çok şeyi özetliyor ki, en büyük evrensel gelişmişlik kıstası bence şurada ; yaşamak için çalışmakla, çalışmak için yaşamak arasında yatıyor...
şunu her defasında daha iyi anlıyorum, biz hiçbirşeyin kıymetini bilmiyoruz veya saygı duymuyoruz; zamanımıza, sağlığımıza, paramıza, kültürümüze...
dışarıya yapılan seyahatin en güzel kısmı çok yoğun bir şekilde içe yapılan seyahate de sebeb olması sanırım, bende en azından böyle...
muhteşem bir kadın var belkide karşında ama içinde ruhunda ise sevdiğin kadın var, alıştığın kadın var...
gelişmişlik bile hatta güzelik bile yabancı bazen...
ama sevdiğimiz daha güzel olabilir her zaman

çoğu ülkenin bir Josip Jelačić i var sanırım, anladığım kadarıyla avusturya karşı bağımsızlık mücadelesini filan başlatıyor bu amcamız bende az evvel okuduklarımla öğrendim. birileri bişi kuruyor, sonra başka birileri geliyor o kurulanı yıkıyor hoppp ben yenisini kurdum bağımsızlık, özgürlük, toprak vatan bayrak, sürekli aynı kısır döngü, savaşlar kanlar, acılar neyse ama inanıyorum insanlık her zaman evrimleşiyor dersler alıyor ... ha birde josip amca olmasa onun ölümünden 150 yıl sonra cs den tanıstığım arkadaşlarımla bu kadar buluşamazdım, bu heykel zagrepin taksim meydanı çünkü ,

ama genel olarak hiçbir lideri sevmem ben (heykelleri altında buluşmak dışında) o zaman en iyisi ;  dinlemek  


 (biliyorum coştum yazmayı özlemişim sanırım ama devam edicem.
a be güzel hanım turkish delightlarımız inanın sizlerde çok güzelsiniz hemde çok ama nerde güzelsiniz söylim mi, kendi içinize özünüze bakarsanız, ne bileyim biraz türk filmi izleseniz, bir türkan şorayı, bir filiz akını, o gözlerdeki derinlik emin olun hiçbir ırkın kadınında yok, ha spor salonlarına paralar bayılıp, re

sşimdilik üstteki satırların altını çiziyim unutmamak için yazıcaklarım var  devam edicem ama belkide silerim tamamen hepsini ) 

burda ne kadar ingilizce bilmediğimde anlaşılacak, csden  tanıştığım ve tam zamanında buluşma noktasına gelip bana şehri gezdiren arkadaşlarım (daha doğrusu google translate ve benim ne kadar bilmediğimiz) 

Antonija and friend of my good friends from cs, thanks again ...

zagrep çok güzel ve kolay bir şehir, şimdi çenemi yerden alıp, zagrepi biraz gezelim.

buralar hemen merkezi zagrepin, üstteki atlı amcanın heykelinin dibi.

bir şehrin en güzel noktasında olup olmadıgınızı hafta sonu gordugunuz bi sürü gelinden anlarsınız diye tahmin ediyorum, o kadar çok gelin vardıki buralarda ulen dedim zagrepin melihi toplu evlendirme töreni filanmı yapıyor stadda



meydanda yani atlı amca (banya luka) meydanında, kahve festivali kurulmuştu bir çadırda, festivaldeki en güzel etkinlik bence alttaki fotoydu.
Türkiye de kahve + yaratıcılık : fal,  Zagrep te  kahve + yaratıcılık : sanat (sadece kahveden yapılmış resimler bunlar)

el ele kol kola olan bu abla ve abilerde, oranın yerel bi halay grubu, antonijaya sordum yaw dedim bunlar hep sokakta olur mu? yok dedi aslında senin şansına, e iyide dedim içimden sen niye hiç umursamıyorsun demekki hakkaten sokakta çok görüyorlar. sonra istanbulumu düşündüm, ara sıra taksimde yeniçeriler dolaşşa kostümleriyle, ara sıra halay çekilse filan ne güzel olur diye hayal ettim, sonra dedim olsun bizim dizilerde en azından görüyorlar bunları, sokaklarımızda yaşamasalarda dizilerimizde yaşıyorlar hala.
bu arada dizi demişken, yıllardır tv izlemedigim için dizilerden bi haberdar olduğum için hırvatlardan bizim dizileri öğrenmek (hemde deli gibi izliyorlar) tuhaftı.



bu olay öyle güzel ki, kocaman parklar tek başına bisikletiyle veya yürüyerek gelip kitabını okuyan yalnız ama mutlu insanlar

işte zagrep; tramvay (-veya telleri) ve biblo gibi binalar

dediğim gibi tramvaylarını çok sevdim, heryerde tramvay var ve bildiğim kadarıyla metro yok zagrepte, yerin altında tünellerde değilde şehri görerek tramvayda gitmek büyük lüks bence. sende metroyu buldunda türkiye de tramvayı mı arıyorsun diyen olursa, ben bilmem cem yılmaz bilir.
bu arada ben tramvay için bir sefer bilet aldım sadece, onun dışında bilet almadım, şansınıza tamamen bilet kontrolu hostelin verdiği zagrepi tanıtan kitapcıktada yazan bilet almayın bosun, onun yerine bira içersinizdi. hala anlamış degilim bir kısım hiç bilet almıyordu otobüslerde ve tramvayda, bir kısmı ise alıyordu, ama bilet alan kimsede kimseye hooppp kardeşim sen niye bilet almıyorsun demiyordu, bizde yalancı çobana uyma kültürü varlık bulduğu için sanırım, ya hep birlikte bilet basarız yada hep birlikte basmayız (örn: bayramlar ve normal tarihler)



kadın + dövme : güzel , anne + dövme : muhteşem


vitrinler güzel, parklar güzel, sokaklar güzel kısacası şehir güzel, ama bi alex değil vatanıma göre, özellikle geceleri bi bar çıkışı işkembeci yok, kokoreç yok, aspava yok...(yuw diğer anlamadığım bir mevzu domuz etinden köşe bucak kaçarız, sanki uzaydan tabiata inmiş gibi sonra aynı tabiatın kokoreçini yeriz. Gerçi pardon unuttum bazı kadınların pembe ....tığını, belki  kuzularda pembe ...yordur, olabilir he he )

yaw yine ülkeme dönicem ama elimde değil, şehircilik belki bizde yok veya bizler renkli insanları sevmediğimiz gibi belkide renkleri sevmioruz şehirlerimizde , nedenini ben bilmem hatta cem yılmaz bile bilmez ama bildiğim bişi; sanat hatta sanatı geçtim sadece renkler bile şehirlere çok yakışıyor. daha da ilginci rengarenk bir toplum olan bizleriz ki insanların suratlarına bakın , sarısı siyahı mavisi kırmızısı elası turuncusu, lazı çerkesi türkü kürtü şusu busu (-ki içleri aslında cok daha renkli bu insanların) , bu kültürün şehirlere yansıdığını düşününce çıldıracak gibi oluyorum, ne muhteşem yaşam alanlarımız olurdu. ama elin sarı saclı mavi gözlü tek tip slavlarının dünyaları ne kadar renkli.

yine yerlerde çenem, zagrepe döneyim yeniden. içinde hayvanat bahçesi ve bir kaç tane gölün olduğu bu parka gitmiştim cumartesi akşamında (cumartesi akşamı millet gider reinaye can gider maksime (park olanına) zagrepte, o kadarda degil ama gece kısmı daha duruyor)



bu parkta en hoşuma giden şey buydu işte, ne kadar basit aslında yapması ama o kadar farklılık katmış ki parka, ha biraz insanı maymunlaştıran bişi doğruya doğru millet tırmanıyor sarkıyor filan, hakkaten güzeldi

sakin sakin, bütün hırvatlar büle degil, arkadaki maymunlar da hırvat... ha ama hırvat hanımalarına göz dikmeden rakip oldugunuz erkekleri de iyi tahlil edin ...



bu parkın göllü kısımları bana ankaradaki eymiri hatırlattı , ama aradaki fark birisi halka ait bir park, diğeri ise üniversiteye...



20 ekim günü burda bitti, akşamında hostelden tanıştığım erasmusla macaristanda okuyan; merve, çağatay ve gökhan la önce hostelde bişiler içtik sonra dışarı çıktık, ama nereye gittik nasıl tarif baya zor bu kısımlar, lakin şehir merkezinde barlar sokagına benzer bir yer var banya luka amca heykelinin üst taraflarında hemen, aksam cıktıgınızda zaten insan kalabalıgından ve gittikleri güzergahtan hemen anlarsınız. türkiyede 20 tl ye filan icebileceginiz ickiler 3 tl ve gayet güzel , nezih cafelerde barlarda bu fiyatlar.

zagrepteki ikinci ve son günümde bugünkü planımda jarun gölü ve zagrep kalesine gitmek vardı. ama sabah hostelden çıkınca direk bu pazar karşıma çıktı, güzel bir sürpriz oldu. bizde "nane, limon kabugu bir tutam zencefil  amann " satılırken, bu pazarda, sanat satılıyordu resmen. bir kısmıda evinde kullanmadığı eşyalarını satıyordu.

birde hırvatistanda böyle bişi var, nerden geliyor bilmiyorum ama hediyelik eşya olarak filanda eskimiş anahtarlar var. anahtardan yapılmış anahtarlıklar da var. (japonya dışında başka ülke bilmediğim için belki çoğu ülkede vardır bu, şehrin altın anahtarını filan verirler ya bizim belediye başkanlarımıza sanırım ordan geliyor bu gelenek)


bu kadın inanılmaz etkileyiciydi, biliyorum fotoğrafta pek öyle gözükmüyor ama anlatması çok güç, konuşmanız ve standında ki tasarımlarını görmeniz lazım. ayak üstü baya sohbet ettik hayatın zor oldugunu, sürekli çalıştığını kendine çok az zaman ayırabildiğini anlatmıştı. hırvatistanda işle ilgili kimle konuştuysam zaten bunları duydum (istisna: dubrovnikte kendi pansiyonunu veya hostelini işletenler).
 ama herşeye rağmen çok sanşlı olduğunu kendi yeteneğinin işi olduğunu benim herhangi bir sanatsal yeteneğim olmadıgımı soyledigimde, sende hayatının sanatçısı olabilirsin demişti

"hayatının sanatçısı"



dediğim gibi sanatı alıyorsunuz bu pazardan, bu tezgahtaki resimlerden biride benim  oldu. tezgahta direk o resmi görüp, o resmi beğenmistim. hangisi olduğunu söylemiceğim ama 15 tl tutmustu sadece, tek zor kısmı taşıması olmuştu kırmadan unutmadan herhangi bir yerde (hatta takside unutmuştum bi sefer setenay ablalar farketmiştiler, tekrar teşekkürler ).

buda resmamımız, ama sonradan türkiye ye gelince farkettim (fotoğraflara o an bakmam genelde çünkü), güneş gözlüğü takıyordu ve fotoğrafını çekebilirmiyim dediğimde tabiki dedikten sonra güneş gözlüğünü çıkartmış, nasıl bir ruhtur nasıl bir inceliktir (şöyle bir insan olayım başkada birşey istemem hayatta! )






burda satılan eşyaların bir kısmına içim parçalandı. bu allttaki ve üstteki fotoğraflarda 50 yıldır biriktirdiği fotoğrafları ve kartpostalları satıyordu bir hırvat. üstteki fotoğrafta da yıllardır biriktirdiği para koleksiyonunu satan birisi vardı, ve dahada zor olanı hepsinin fiyatı o kadar uygun ki!

para koleksiyonu, kartpostal koleksiyonu yapan insanların yaşadığı devirlerden , ayfon 3-4-5 koleksiyonu yapılan bir devire yolculuk yaptık. belki bu kartpostalların parasının bir kısmıyla da torununa ayfon 5 alıcaktı bunları satan amca, kimbilir.






pazarda herşey vardı, alltaki pembe kelepçe dahil, özellikle satan hırvat teyzemin fotoğrafını cektim
buda bizim kelepçeyi satan ablamız.

halk pazarı gezim bitince, zagrep kalesine yola çıktım tekrar. bu pazarın hemen üstünden otobüse biniyorsunuz, sonrasında otobüste önümdeki anne kıza kaleyi sordum bilmiyorlar, ama sorumu duyan bir kadın bir erkek 2 arkadaş, bizde oraya gidiyoruz bizi takip et dediler. bende oh çektim her durakta burdamı inmem gerekiyordu acep tedirginliği kayboldu. indik birlikte tonka ve vjekoyla,  indigimiz yerdede solda bu mezarlık vardı. hırvatistanın , fakir gibi gözüken köyünden dubrovniğe  kadar çok mezarlık gördüm ve hepsi o kadar bakımlı ki anlatamam (gerçi bütün ülke bakımlı ama)

otobüsten indikten sonra yarım saat civarı yürüyorsunuz ormanlık alandan kaleye doğru. kaleye giden yol patika olmuş yinede işaretlendirmelerde yapılmış zaten ağaçlara, en son likya yolunda böyle bir işaretlendirme görmüştüm türkiyede .





sonunda kaledeyiz, girişi sanırım 3-5 tl di, ve tonka baya kızıyordu, eskiden ücretsizdi ama artık burayı bile paralı yaptılar diye.



yaw avrupada bu yanan ateş ne önemli bişiymiş, yok yıllardır yanıyor geyiği filan ver alttan borularla doğal gazı yansın tabi. aynısından saraybosnada da vardı (hatta fransada filanda var diye biliyorum). lakin ateş böyle olmaz bence. şimdi canım ülkem diyeceğim  ama öyle  ateş öyle olmaz böyle olur dercesine ; yanartaş   .
gerçi adamlarda doğal gaz ucuz, biz evde yakamıyoruzki sokakta yakalım, "ne yaman çeliş ki anne " ki yanartaş yıllardır yanıyor üylesine...

hırvat arkadaslar bu alttaki olayın anlam ve önemini belirten bi konuşma yaptı ama uzundu, büyük ihtimal savaş oldu sonra yendik özgürüzdür özü (dipnot: insanların tarihine veya kahramanlıklarına saygısızlık gibi gelmiyordur umarım uslubum, ama bir taraftan kahramanlık olabilmesi için kan gerekiyor, sevmediğim bu benim)

tonka

tonka  ve ben

üçümüz






zagrep burda son buldu, yarın sabah plitvice milli parkına gidiyorum